25 Temmuz 2013 Perşembe

3.Köprüye Neden Karşıyım ?


    Ben bir anne olarak yaşadığım dünyadan sorumluyum.Bu dünyanın insan eliyle doğallığından uzaklaştırılmasına seyirci kalamam ! 

    Yeri gelir kapımın önündeki çöpleri toplar , yeri gelir fidan diker , yeri gelir ülkemin ya da dünyanın herhangi bir yerinde doğal hayatı korumak adına yapılacak bir girişime fiziksel olarak katılamıyorsam da sadece imzam ile destek olurum.

   Aşağıda okuyacağınız yazı sevgili İrem Afşin ve Banu Conker tarafından kaleme alındı ! İstanbul'a yapılacak olan  3. Köprünün bizlere yarardan çok zarar vereceğini çok güzel bir dille kaleme aldılar. Bir çok blog yazarı arkadaşımla birlikte sosyal sorumluluk duygusuyla hareket ederek eş zamanlı olarak bu yazıyı yayınlıyoruz. Amacımız daha yaşanılır bir dünya ! 

   Şimdi bana "sana ne sen İstanbullu musun ki ?"diyecek olanlara cevabım Barış Manço 'nun o anlamlı şarkısıyla gelsin ! "Hemşerim memleket nire? Bu dünya benim memleket "

  










3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM?  /  (Ortak Yayın )

#KöprüdegilTopluTasima 

Ben bir anneyim. Anne olmak sadece doğurmak değildir.  Anne olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.
Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.
   Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı. 
     
  Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak. 

   Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız. 
   
   Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak. 
      
    Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil,    Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
    
   Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak. 

  Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi? 
  
  İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor. Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!

  
  Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra: Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!

 İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar: Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!

   Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10 Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90 . Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek!  Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?
  Ben bir anneyim, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım. 

  Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum. 

   Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre  için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!
    Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.
Daha ayrıntılı bilgi için:

 http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

Hamileyim Uleyn ! ( #direnhamile )





            Bir zamanlar çok utanmaz , terbiyesiz bir kadındım ben . Resmen sevişebilmek için evlenmiş bir de üstüne hamile kalmıştım.  Etraf bir yandan 3 sene gibi bir zaman dilimi çocuk için neden beklediğimi anlamasa  , "acebaa cocuu olmuyo mu kii ??" diye kendi arasında konuşmaktan geri kalmasa da ! Canımın istediği zaman yaparım kesin sesinizi , adamı ( kadını) hasta etmeyin diyerekten ilk terbiyesizliğimin sinyallerini verdim.

 Bir gün artık canımın çocuk istediğine karar verdim . Denedik , didindik bir gün çift çizgiyi gördük. Cümle aleme yaydım "benim çift çizgim vaar bakınnn " dedim. Terbiyesizligin daniskası. Sonra malum göbek çıktı , ama terbiyesizliğimden sanırım bulantı yakamı bırakmadı. Doktor doktor öğüre kusa gezdim.  "Şımarık hamile nolcakk " dedi bazıları  "e öyleyim yersen " dedim , malum terbiyesizim.


   Bulantı işi cozutunca  bu terbiyesiz şımarık  hamile , hastanelere yatmak zorunda kaldı. Koskoca profesörlerden azar işitti " Ne terbiyesiz kadınsın kan uyuşmazlığın var , TTP hastasısın utanmıyor musun çocuk doğurmaya " Üstüne "sen bu çocuğu doğuramazsın, hastasın "diyen doktorlarla göbeğine bakmadan kavga etti. Terbiyesizliğin doruklarına çıkarak hipokrat yeminini hatırlattı .En sonunda "bırakalım bu terbiyesiz laf anlamaz kadını naparsa yapsın " dediler de saldılar .


   Sonrasında göbeğimi gere gere   İstanbul'a gittim lafını dinlemediğim doktor adamlara inat çocuğu da doğurdum, hastalığı da yendim.


 Evet terbiyesizdim , hamileydim , yine olsa yine yaparım!


  Var mı itirazı olan ?

  Duyamadım ?!



     İMZA : HAMİLEYKEN DAHA BETER TERBİYESİZLEŞEN KADIN ANNEAYÇA

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Helal Olsun !





   
       UYARI :Bu yazı kan ürünleri ile bir dönem çok fazla muhatap olmuş , Kızılay'ın iyi kötü her türlü uygulamasına bizzat tanıklık etmiş ve ne olursa olsun şu an oğlunun ve kendinin hayatını Kızılay ve Kan bağışçılarının desteğine borçlu olan bir anne tarafından yazılmıştır.


        Geçtiğimiz günlerde Kızılay tarafından helal kan üretecekleriyle ilgili bir açıklama yapıldı. Ardından sosyal medyada tepkiler çığ gibi büyüdü. Tabi ki talihsiz bir açıklamaydı. Neden mi ? Öncelikle Kan insan vücudu tarafından üretilen hayati bir sıvıdır.Bu durumda Kızılay'ın kan üreteceği külliyen yalandır. Bu açıklamayı yapan Türk Kızılay 'ı başkanına  deneyimli bir danışman almasını tavsiye ediyorum.Yanlış anlaşılmalara zemin hazırlayacak açıklamalar yapılmamalı.
        
          Kızılay sadece kan alıp bunu ihtiyacı olanlara transfer eden bir kurum değil , kanın uygun koşullarda alınıp, donörlerin çeşitli testlerden geçerek kan vermelerini sağlayan , böylelikle bulaşıcı hastalıkların geçişini engellemeye çalışan bir kurum. Bunun yanında alınan kanları işleyerek ,ayrıştırarak çeşitli kan ürünlerine dönüştüren bir kurum.

     İnsanın başına hayatta neyin ne zaman geleceği belli değil. Ben de hamile kaldığımda ciddi bir mücadele ile karşı karşıya kalacağımı bilmiyordum. Hamilelikte tetiklenen genetik bir kan hastalığım var (mış) ; Trombotik Trombositopenik Purpura, kısaca : TTP . Bu hastalığın tedavisi yok , ancak hayati değerleri sabitleyebilmek mümkün. O da ancak , belirli aralıklarla Taze Donmuş Plazma almakla mümkün. Kısaca TDP adı verilen bu plazma halk arasında sarı kan olarak bilinen kan plazması.Kırmızı kanın laboratuar ortamında ayrıştırılması ile elde edilen bir kan ürünü. Bir de Plazmaferez denilen bir yöntem var ki bana hamileliğimde çok riskli olmasına rağmen uygulanan yöntemdir.Bu yöntemle bağlandığınız makine vücudunuzdaki kırmızı kanı alır , ayrıştırır ve yeni plazma ile birleştirerek tekrar vücuda gönderir.Bir nevi diyaliz makinesi gibidir.İşlem normal insanlarda bile risklidir ki ben 5 aylık hamileyken 10 gün boyunca yapılmıştı.Bu işlem yapılırken ani tansiyon değişikliği ve alerjik reaksiyonlar ciddi sonuçlar doğurabilir.

     Hamileliğim ve doğum yaptıktan sonraki 8 ay boyunca kan ürünleri ile muhatap oldum.Hayatım ve bebeğimin hayatı ancak bu kan ürünleri ile yapılacak tedaviye bağlıydı. Aldığım ünitelerce kan ürünü acaba kimlerin vücudundan geldi. Hangi yardımsever Kızılay'a kan bağışladı da ben bu tedaviyi olabildim.Derin düşününce ne çok kan kardeşim var aslında benim ve Tarko'nun. Kim olduğunu bilmediğimiz insanlar bilinçli olarak yaptıkları yardımlarla hayat verdiler bana ve oğluma...

      Kızılay işleyişte bir takım hataları olsa da bugün alternatifi olmayan bir hayati kuruluş. Bu kuruluşun başında olan insanların farkındalıklarının çok yüksek olması gerekir.İnsan hayatının ne dini , ne rengi , ne de ideolojisi var. Kimin neye ne zaman ihtiyacı olur bilinmez ve ölüm döşeğindeki hiçkimse kendisine gelen kanın sahibini sorgulamaz. Kızılay'ın görevi bellidir ; kanları uygun donörlerden , steril şartlarda almak ve saklamak.Kan ürünlerini yine steril şartlarda üretmek ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak.Söylemesi basit uygulaması ciddi sorumluluk isteyen bu görevi izah ederken "helal kan " diyebilmek mantık dışıdır. Bu tarz söylemler kişilerin güvenini daha çok sarsmakta bence.Kaldı ki Kızılay bir devlet kuruluşu olarak ihtiyaç halinde heryerde olmalıdır.Ancak Gezi Parkı Olaylarında yoktu.Bu durum pek çok kurum gibi Kızılay'ın da devlet değil hükümet kuruluşu olduğunu ortaya koydu.Bu kabul edilemez bir tutumdur. Bu tutum sonrasında Kızılaya duyulan güvenin sarsıldığını gördüm ve üzüldüm.Çünkü bu kurumun bir alternatifi yok , eğer gönüllü bağışçılar olmazsa pek çok insan hayatını kaybeder. Kardeşim örneğin, hala TDP almaya devam ediyor.2 haftada bir 3 ünite TDP almazsa hayatı tehlikeye girer, ve onun gibi pek çok insanın da...

     Tepki verirken kime , neye , neden tepki verdiğimizi lütfen bilelim. Kurumları uyaralım elimizden geldiğince, ama insan hayatının söz konusu olduğu hallerde bazen ağzımızdan çıkacak tek bir sözün kitleleri sürükleyebileceğinin farkında olalım. Özellikle aydınlara ve toplumda önder olan kişilere yine büyük sorumluluk düşmekte ! Kızılay gibi önemli bir kurumun yöneticilerinin söylemleri yüzünden kurumu karalamaya kalkmak da doğru değil. Çözüm odaklı olmak gerek.Bir kurumu tamamen hayatımızdan çıkarmak ancak ona alternatif bulmakla mümkün.


        Sonuç olarak , eğer sağlığım elverseydi  kan da verirdim , ilik dönoru da olurdum..Bunları yapamayınca organlarımı bağışlamaya karar verdim, Ben nasıl tanımadığım bir çok insan sayesinde bugün hayattaysam ben öldükten sonra da birileri benim sayemde yaşamalı diye düşünüyorum.
           
       Kızılay 'ın "helal "kavramına karşı olarak ; kimliğimi , dinimi, ideolojimi , dilimi bilmeyen  insan kardeşime helal ediyorum organlarımı...ve yine bunları bilmeden bana kanını veren insan kardeşlerim siz de helal edin olur mu ?
 
       İMZA : İnsanlıktan nasibini alabilmiş insanların çoğaldığı bir dünyada olacak gerçek devrim diyen ANNEAYÇA


           

           

23 Temmuz 2013 Salı

Düşler Vadisi







   İlk kez geçtiğimiz yaz "Seni harika bir yere götüreceğim " diyen Şebnem'in peşine düşerek gittim bu muhteşem yere. Bize  bu kadar yakın bir gizli cennet varmış da haberimiz yokmuş meğer! 




   Akçay ' dan yola çıkıp Güre ' yi geçtikten sonra Çamlıbel köyüne dönüyorsunuz. Köy mezarlığından sağa döndüğünüzde tabelalar sizi dağ başında bir cennete götürüyor : Düşler Vadisi

   Mekan doğal düzene zarar vermemek adına öyle güzel yapılmış ki , havuzun, bungalowların ve hatta barın bile kendiliğinden orada oluştuğunu sanıyorsunuz.Aynı zamanda o kadar sakin ki buranın sadece sizin için yapılmış  olduğu hissine kapılabiliyorsunuz. Kalabalıktan uzak, sakin, sessiz, doğayla iç içe ve bir o kadar da konforlu bir yer burası.Tam kafa dinleyip, hayata bir "es verme" yeri..

  İlk gittiğimizde  harika bir köy kahvaltısı ettik.Fabrikasyon ürünlerin minimum kullanıldığı mekanda yedikleriniz ya bizzat işletme tarafından yapılıyor ya da çevre köylerden getirtiliyor. Öğlen yediğimiz tost ise tam buğday ekmeğinden yapılmıştı ve yanındaki ayran ev yapımıydı.Bu yönüyle de benden tam not aldı bu cennet vadi.



   İşletmecilerine gelince ,işte esas tesadüf burada başlıyor. Sevgili Şebnem  mekanı daha önceden bildiğinden dolayı işletmeci bayanı da tanıyordu ve beni de tanıştırmak istedi.Daha uzaktan görünce "ben bu kadını tanıyorum Şebnem"dedim. Balıkesir'in muhtarı olduğumu düşünen Şebnem bu dağ başında bir tanıdığım olabileceğine ihtimal vermiyordu elbet ! "Yok artık " diyebildi. Ancak, kadını çok iyi tanıyordum. Annemin çok samimi arkadaşıydı.Belki uzun bir süredir görüşmemiştik, fakat benim bebekliğimi bile bilirdi . Yanına gidip kendimi tanıttığımda çok şaşırdı ve  mutlu oldu. Bu harika tesadüfle birlikte zaten bayıldığım mekanı bir de sahiplendim ; evimde gibi hissettim kendimi.

 Geçen yıl yaşadığımız bu güzelliği bu yıl  da tekrar ettik ve geçtiğimiz hafta sonunu yine Düşler Vadisinde geçirdik. Tatil ritüellerim arasında artık bu güzel yer.
   

   

  Düşler Vadisi'nde bolca düşündüm,  dinlendim, hayattan ne beklediğimi sorguladım, yıllık temizlik zamanının geldiğine karar verdim. Vadiden körfeze saldım bana yük olan duyguları...Ve eve döndüğümde o duyguları hatırlatacak eşyaları da attım, gitti...

     Arada eşyaları , arada insanları ayıklayıp temizlemek lazım hayattan.Fazla yüke gerek yok!


     Arınmak için yer arıyorsanız ,   Düşler Vadisini şiddetle tavsiye ediyorum.Hepinize şifa olsun..


  İmza: "Huzur mu istiyorsun ? Az eşya , az insan " diyen Kafka'nın sözünün altına imza atan , Anne halinde bir dişi insan kişisi: AnneAyça


16 Temmuz 2013 Salı

Kitap Okumak

            

     

   7 yaşımdan bu yana vazgeçmediğim , her geçen gün tutkuyla daha da bağlandığım , hiç bir zaman da vazgeçmeyeceğim tek aşk : okumak !

 Kitaplarla ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum ama , okumayı öğrendikten sonra benim için yepyeni bir dünyanın penceresi oldular ! Kitaplar sayesinde bambaşka dünyalara yolculuk edip , o dünyaların kahramanı oldum ben ! Çocuklar için dünya klasikleri serisini bitirdiğimde 3.sınıftaydım. Sefiller , Tom Sawyer, Robin Hood , Beyaz Balina  aklıma gelen okuduğum en eski kitaplar. Bu kitapları bana alan babam ve okumayı çok seven annem sayesinde başladı aslında bende bu aşk. Benim için özel alınan kitaplarla başlayan kitap aşkı, ilkokul sonu ortaokul başlarında annemin kitaplığına  el atmamla daha da arttı. İngiliz Edebiyatı ve Rus Edebiyatı ile tanıştım. Kitapları okumuyor , tabiri caizse yaşıyordum.Kah Jane Eyre oluyor , Kah David Coperfield oluyordum . Küçük Kadınlar 'ı kaç kez okudum bilmem ! Bir seferinde Amy oluyordum okurken diğerinde Jo ! İkisini de taşıyorum hala ruhumda ! "Gizli Bahçe" sebeptir ; çiçeklere , toprağa olan sevgime.Küçük hasta oğlanın bahçe ile uğraşırken iyileşmesi beni çok etkilemişti de bahçedeki tüm yabani otları temizlemiştim ertesi gün...


   Bir  süre sonra evdeki kitaplar bitti ama okuma aşkı biter mi? Katlanarak devam etti.  Annemin arkadaşlarına ziyarete gittiğimizde hemen kitaplığa yönlenir ve mutlaka kaldığımız 2 saat boyunca bitireceğim bir kitap bulurdum. Bir süre sonra dayımın kitaplığını ele aldım. Deniz Gezmiş ile tanıştım  Erdal Öz "Gülünün Solduğu Akşam" sayesinde . Henüz 14 yaşındaydım, ağlayarak okudum kitabı .Gorki'nin  "Ana" sı , Dostoyevski 'nin "Suç ve Ceza" sı , Gogol'un "Ölü Canlar"ı ve daha sayamadığım niceleri...






    Ne bulursam okuyordum.Arkadaşlarımdan alıyor , yakınlarımızdan istiyor , satın alıyor ama mutlaka okuyordum.Kitapsız bir hayat düşünemiyordum. Hayalimde evimde kendime ait bir kütüphane vardı. Tavana kadar kitaplıklar ve kitaplık üzerinde merdiven olacaktı. Hem kitap hem ahşap kokusu birbirine karışacaktı sakin kütüphanemde...Hayalimi henüz gerçekleştiremedim ama belli mi olur ? Belki bir gün gerçekleşir...

   En büyük pişmanlığım okuduğum kitaplarla ilgili not almamış olmak. Hangi kitabı ne zaman okuduğumu ve bende bıraktığı izi yazmış olmayı dilerdim...

     Şimdilerde öğrencilerime pek çok kitabı öneriyorum ve kitapların konusundan bahsederek onlarda merak uyandırmayı çok seviyorum. Hemen not alıp okumaları ve sonra kitap hakkında benimle konuşmalarından büyük keyif alıyorum.


  Kitap okumak ne kadar bir tutku olsa da günümüz ekonomik  şartlarında bir lüks ! Kitap fiyatları ortada !Korsana elbetteki karşıyım ancak "Neden korsan alıyorsun?" Diye sorduğumda "Okumak istiyorum ancak param sadece buna yetiyor " dediğinde bir öğrencim , asgari ücretle çalışan babasını düşünerek susuyorum! Kitap hediye ediyorum , arkadaşları ile kitap değiş tokuşu yaptırıyorum , kendi kitaplarımdan ödünç veriyorum !Bireysel olarak yapabileceklerimi yapıyorum! Fakat devletin bu konuda yapacağı elbette daha çok şey var! Örneğin kitaplar üzerindeki KDV düşürülse daha çok kişi kitap almaz mı ? İnsanlar daha çok okuyup  daha çok sorgulamaz mı ? Bu çok mu zor ? Değil ! Ya kitapları ucuzlatmak istemiyorlar ya da okuyan  , sorgulayan insandan korkuyorlar...




   
  Geçtiğimiz ay internette gezinirken bir siteyle karşılaştım. Kitap okumak ister misin ?  diyordu site başlığında ! Merak ettim ve inceledim!  Harika bir sosyal sorumluluk projesiyle karşılaştım . Siteye üye oluyorsunuz , mevcut kitaplardan birini seçiyorsunuz ve bir ay içinde okuyup geri gönderiyorsunuz. Üstelik kargo ücreti dahi ödemiyorsunuz! Ben başta inanamadım. İnternet üzerinden insanlarla iletişime geçen bir halk kütüphanesi vardı karşımda.Hemen iletişime geçip ilk kitabımı istedim. Zülfü Livaneli Serenad ! Hemen gönderdiler ! Harika bir uygulama sayesinde , harika bir kitap okudum ! Ve geri gönderdim.. 





  Eğer siz de maddi gücüm kitap almaya yetmiyor  fakat okumaya aşığım diyorsanız  bu kitap dostu site ile bir an önce iletişime geçin ! Ya da duyurun , belki etrafınızda bundan yararlanabilecek birileri  vardır.

  Okuma aşkınızın hiç bitmemesi dileğiyle..

  İmza : Aşkın kitap haline aşık AnneAyça





14 Temmuz 2013 Pazar

Hoşgeldin DİREN

 
   



   
   Tarko  geçenlerde ders çalışırken birden bire " anne sen tekrar evlenecek misin?" diye sordu.Birden ne cevap vereceğimi bilemedim, bulamadım. Hazırlıksız yakalanmıştım.Ben de bir soruyla cevap verdim " Neden böyle bir soru sordun tatlım ? " Hiç beklemediğim bir cevap verdi " Çünkü senin karnından çıkan bir kardeşim olsun istiyorum!"

     Tarko büyüyor. Her geçen gün hayatı algılaması da farklılaşıyor. Bazen beni sorularıyla öyle şaşırtıyor ki cevap vermekte zorlanıyorum. Bir gün belki kardeş isteyecekti elbet ,ama böyle bir soruyla karşıma geleceğini hiç hesaplamamıştım  Mesele benim evlenmem değil , ona kardeş yapabilirliğimdi. Eğer evlenirsem bunun olabileceğini düşünüyordu belli ki.Peki neden şimdiye kadar hiç "Babamla yeniden evlenin"   dememişti  ?  Çünkü bunun olmayacağını ona anlatmıştım , kabullenmişti. Üstelik babasının bir birlikteliği vardi .Demek ki ona kardeşinin de ol(a)mayacağını kabul ettirmem gerekiyordu. İşte bunları bir anda düşünerek ona herşeyi açıklamaya karar verdim. Karşıma aldım ve anlattım. 

  Evlenmek gibi bir düşüncem olmadığını ama zaten evlensem de hamile kalamayacağımı söylediğimde sadece şaşkın "Neden? " diyebildi. Bunun cevabını vermek incecik bir çizgide yürümek gibi! Ama bu gerçekle yüzleşmek zorunda ! "Annecim çünkü ben hastayım, sen karnımdayken çok hastalandım ve doktorlar bir daha bebek yapamayacağımı söylediler " diyebildim. Bu çok önemli bir sınavdı benim için ; çünkü Tarkan benim hastalığımdan kendini sorumlu tutabilirdi. 7 yaşında bir çocuğa zaten gereğinden fazla yük yüklemiştim. Boşanma, ev değiştirme , dedeyi kaybetme, onun için ağır şeylerdi . Ama güçlü bir çocuk Tarkan!  Adı gibi savaşçı , dirençli .Bunun da üstesinden gelecekti.   Ağlamaya başladı    "Anne sana bir şey olmasın , hasta olma " diyebildi ."Hiçbir şey olmayacak annecim bana güven" diyebildim.Sarıldık ve birlikte ağladık.Sonra geçti ve bir daha da bir şey sormadı. İçinde neler yaşıyor bilmiyorum, umarım doğru olanı yapmışımdır.  


    Bu olaydan sonra günlük rutinimize devam ettik. Okul kapandıktan hemen sonra küçük bir tatil yapmıştık. Evde vakit geçirecektik artık. Bir plan dahilinde eğlenceli ve kaliteli vakit geçirmesini sağlamaya çalışıyordum. Gün içinde kitap okuyor , test çözüyor, deney yapıyor,  oyun oynuyorduk. Akşamları da parka gidiyorduk. Arkadaşlarıyla vakit geçirmesini sağlıyordum. Bunlar olurken , aklım hep kardeş meselesindeydi. Bunu nasıl çözebilirim diye düşünürken twitterda sevgili Olcan'ın twitini okudum. Yavru kedilerine ev aradıklarını ama bulamadıklarını yazmıştı.Ben de hiç düşünmeden " yakın olsaydık alırdım " diye yazdım. Laf olsun diye değil ciddiydim. Bir dönem Tarko yalnız kalmasın , ona evde arkadaş olsun diye köpek almak istemiştim. Fakat onu gezdirmek ve çok ilgilenmek gerekiyordu ve benim buna zamanım yoktu . Ayrıca petshoptan hayvan alma taraftarı  da değildim ve yavru alabileceğimiz kimse de yoktu. O sebeple bu fikri ertelemiştim.Ancak en son kardeş olayından sonra, ciddi ciddi tekrar düşünmeye başlamıştım bu konuyu. Olcan Ankara'da ben Balıkesir'de  nasıl alacağım diye düşünürken , babasının kediyi Balıkesir'e getirebileceğini söylediğinde birden çok şaşırdım. Bu devirde böyle hayvan sever insanlar bulmak , onca yolun bir kedi için gelinebileceğine inanmak çok güçtü.O dakika kedinin bizim kaderimiz olduğuna inandım. Hepimize iyi gelecekti emindim. 7 haftalık bir dişi kedimiz olacaktı ve hem de ertesi gün yola çıkıyordu. 

   Bundan sonrası tam macera ! Benim zaten her işim olaylı :) Evdekilere hiçbir şey söylemedim. Sadece daha önce kedi beslemiş olan kuzenimden kafes istedim . Çünkü minik kız  veterinerden ödünç alınan bir kafesle gelecekti ve benim onu otogardan eve kadar yeni kafesiyle getirmem şarttı.

    Hayvanları çok severim.Bir köpeğim olmasını çok istemiştim.  Kuşum,  balıklarım, su kaplumbağam vardı bir dönem . Ama hiçbir zaman bir kedi hayali kurmadım.Çok antipatik bir hayvandı bence.Ne demişler "Büyük lokma ye büyük söz söyleme " tecrübeyle defalarca sabitledim ben bu sözü. İşte artık bir kedin var Ayça sultan, üstelik kimseye de söylemedin artık Seemin ( Sevim , annem olur kendisi ) gazabından kork :D 

   Bütün gece internette kedi forumlarında ne yer , ne içer,  nasıl bakılır okudum . Kuzenimin getirdiği malzemeleri saklama telaşım tam filmlikti :) Sabah erkenden kalktım. Artık el mahkum kardeşim ve anneme durumu açıklamak zorundaydım , çünkü 2 saate kadar evde bir kedi olacaktı :) Annem beklediğim tepkiyi vermedi emri vaki yaptım ya, vicdanı sızladı da kabul etmek zorunda kaldı. Kardeşim bir kedi delisi olarak tabi ki sevindi.Ben annemi Tarko'ya bir şey belli etmemesini söylerek düştüm yola. Otogarda  otobüsün gelmesini beklerken  bir yandan da Olcan' la mesajlaşıyorduk. İkimiz de çok heyecanlıydık! Yaklaşık 1 saatlik beklemenin ardından otobüs geldi ve minik kızıma kavuştum.Eve gittiğimde Tarko heyecandan ne yapacağını bilmedi ! Sevinçten uçtu ! bütün bir gün akşama kadar "Anne bu bizim kedimiz değil mi bir yere gitmeyecek " dedi durdu .Heyecanını da "içimde bir stres var anne " diye anlattı kuzucum. Hemen küçük kıza bir isim bulmamız gerekiyordu. benim önerim Tarko tarafından da onay buldu ve adı "DİREN "oldu. Bu ismi hem şu an tüm yurtta yaşanan ve gezi parkı ile başlayan direniş , hem de miniğimin verdiği yaşam mücadelesi sebebiyle koydum.



  12.07.2013 Hayatımızda yepyeni bir başlangıcın tarihi . Hiç planlamamışken 2 gündür evimizde bize hemen alışıveren ,oyuncu, şımarık güzel bir canlı var :) çok mutluyuz çok.Hayatımıza Hoşgeldin Diren !





Not 1: Dişi sandığımız ve 1 gün boyunca kızım diye sevdiğimiz, üstelik de pembe tasma aldığımız kedimizin kuzenimin koyduğu teşhisle erkek olduğunu öğrendik. Kız hayallerim yine suda.Ben bu kızı bulamayacağım artık , vazgeçtim :)

Not 2: Kardeş meselesini çözmüş olmanın dayanılmaz hafifliğini taşıyorum ;)


 İMZA . Destan Tarkan ve Diren'in annesi AnneAyça :)




11 Temmuz 2013 Perşembe

Siz sadece doğurduğunuzun mu annesisiniz ??




    Bencillik insanoğlu / kızının en kötü özelliği! Ötekileştirme , ayrıştırma,aşağılama hep bu duygunun getirisi! "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" cılık yapanlar, empati yeteneğini geliştiremeyenler , keser gibi hep kendine yontanlar bencil ilkel duygularını bastıramamış insanlar. Bunlar aynı duygudan yola çıkarak saygı da duymazlar kendileri gibi olmayana! Hatta bazen öyle ileri giderler ki şiddet uygulamayı dahi hak görürler kendilerine !

  İşte son günlerde ortaya çıkan eli sopalı , palalı insanlar bu ilkel bencilliklerini bastıramamış zavallılar ! Bir anne olarak çok etkileniyorum olan bitenden.Acımasızca dövülen , öldürülen gencecik insanların haberlerini duydukça ,bırakın empatik olmayı tempatik olup o çocukların annesi, ablası,  sevdiği oluveriyorum bir anda...Elimde değil! Buna kayıtsız kalamam, kalmamalıyım! İnsanlar neden bu kadar acımasız ? İnsanlık tarihi zulümlerle ve ona karşı mücadele eden insanların mücadeleleriyle dolu ! Bir insanın başka bir insana yaptığı eziyeti hiçbir yırtıcı hayvan yapmadı daha ! Bu bencillik doğal olamaz ! 


   Dün yine bir genç öldü , bir anne de onunla       beraber öldürüldü. Ben bir anne olarak, her ölen gençle beraber ölüp ölüp diriliyorum ! Ben bu haberleri duyduğumda sadece kendi evladımın değil, hissiyat olarak tüm çocukların annesi oluveriyorum bir anda ! Peki siz? Sadece doğurduğunuzun mu annesisiniz?
  
    Geçtigimiz Aralık Ayında Blogum Dergisinde Yeni yıl için yazdığım yazı hala geçerli değil mi  ? Şu mübarek günlerde zulümlerin bitmesi dileğiyle yazımı tekrar yayınlıyorum.

 Herkese hayırlı Ramazanlar...

      İmza : vicdan mahkemesinde hep kendini yargılayan kendini sadece oğlunun değil tüm çocukların annesi hisseden anne : Anne Ayça







Biz Kimin Annesiyiz ?

02.02.2006 oğlumu çok zorlu bir süreçten sonra dünyaya getirdiğim tarih.Bu tarih benim hayatımda bir milattır !Neden mi?

Bu tarihten önce işimde öğretmen ,evimde eş,ailemde kardeş,kuzen, çocuk,abla,yeğen gibi rollerim varken,bu tarihten sonra hayatımın başrolünü kaptım "ANNE" oldum.Bir kadının anne olması hayatı algılayışını,bakışını,hayattan beklentilerini tam tersine çevirecek bir durum. Anneyseniz önceliğiniz çocuğunuzdur ,dünya onun etrafında döner!Onu en iyi şekilde beslemek, büyütmek, eğitmek, giydirmek birinci vazifenizdir artık.Ben de dahil olmak üzere tüm annelerde ve kendini anne hisseden herkeste durum budur. Kim ne derse desin özellikle ilk bir yıl annelerin bencillik yıllarıdır.Sadece kendi çocuklarını önemserler. Etraflarında olup bitene pek odaklanamazlar.Taki çocuğun eğitim süreci başlayana kadar.

Bende de durum pek farklı değil. Ne zaman oğlum büyümeye başladı bende gelecek kaygısı da başladı. Artık sadece iyi beslemek,giydirmek dert olmaktan çıktı."Hangi oyuncağı alsam da beyin gelişimine katkıda bulunsam" şımarık anne soru cümlesi olmaya başladı gözümde, Neden mi? Ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu gergin ortamda bir anne olarak soracağımız daha iyi sorular olmalı da ondan! Dünyanın bir yerinde çocuklar bomba sesiyle uyanyorsa,ülkemizde gerekçesiz bir çatışmada çocuklar babalarını kaybediyorsa,üstelik bunlara rağmen savaş çığırtkanları dolduruyorsa medyayı,meydanı... Ülkede eğitim sorunları varsa, sistem altüst ediliyorsa,Cumhuriyetin temel değeleri sorgulaniyorsa., kan ile can ile kazanılmış vatan toprakları düşüncesizce kiralanıyorsa bir ülkeye,bir tarım ülkesi olmamıza rağmen yurt dışından hem de gdo Iu tohum alıyorsak, yerli sanayimiz Atatürk tarafından teşvik edilmişken şimdi yabancıyı teşvik ediyorsa ,eğitim sürecinin sınavlarla belirlendiği ülkemde sınav yapanlara güven kalmadıysa,ekonomik,kültürel,sosyal,etnikpek çok sorun yaşıyorsak endişelenmeli ve soracak daha iyi sorular bulmalıyız kendimize! 

Bu soruların farkında olanlar,soru soranlar,cevap arayanlar yani düşünen ve düşündüğünü İfade etmekten korkmayan anneler sayesinde geleceğin daha güvenli olacağına inanyorum .Bizler sadece büyüttüğümüz çocuklardan değil ülkemizin geleceğini oluşturacak nesilden de sorumluyuz.Bu nedenle sadece doğurduğumuzun değil yetişen nesilin annesiyiz!

Annelik ve kadınlık gücümüzü kullanarak erkek egemenliğin darmadağın ettiği dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getireceğimiz bir yıl dileğiyle... Anne olan ve kendini bu duygu ile besleyen herkese iyi yıllar.

                                         




3 Temmuz 2013 Çarşamba

Günler Günlerin Ardından...


    Yazmayalı tam bir ay olmuş . En son yazımı yazdığımda  Gezi Parkı olayları yeni başlamıştı . " Diren Gezi Parkı " diyerek başlayan süreç sadece bir parkın korunmaya çalışılmasından başlayarak demokrasi ve özgürlüklerin korunmaya çalışılmasına doğru gitti .






     Her yerde direniş eylemleri yapılırken ortak slogan "Her yer taksim her yer direniş "oldu. Ülkesini seven ve daha yaşanabilir bir gelecek isteyen bir anne olarak ben de bu sloganı kendi şehrimde attım. Biber gazı yedim , copla karşı karşıya geldim belki ama evde oturup kayıtsız kalmaktansa hem sokakta hem de sosyal medyada aktif oldum ve "birşey " yapmış olmanın gururunu taşıyorum. Yaşadığımız süreç Türk demokrasisinin en önemli dönüm noktalarından biri ve bu yaşanan tarihe şahitlik ediyor olmak da bir tarih öğretmeni olarak çok etkiliyor beni. Bundan sonraki süreç ne olur bilemeyiz ama bilinen bir şey var ki o da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

  Bunlar olurken ben hiç yazı yazamadım. Beynimin ve duygularımın çok yorulduğu bir dönemden geçiyordum.Yazı yazmak içimden hiç gelmedi . Dinlenmem gerekiyordu.Çok yoğun bir çalışma yılıyla birlikte maddi manevi çalkantılı bir dönemden geçtim. Bu süreçte ülkede olup bitenler de yordu ve üzdü beni. Bir dönem sosyal medya hesaplarımın hepsini ve bloğu da kapatıp bu sanal dünyadan çekilmeyi bile düşündüm. Buna karar vermeden önce herşeye biraz ara verip kendime zaman tanımayı düşündüm. Hepsi ayrı bir yazı konusu olacak pek çok şey var yaşadığım .Bolca kitap okudum bu süreçte ve yazacağım onları.  Tarkan'ı da alıp çok sevdiğim arkadaşım Özlem ve kızı Zeynep ile 1 hafta tatil yaptık. 7 yıldır yaptığım en iyi tatildi, belki de hayatımın en huzurlu tatili...8 yıldır çalıştığım okul ilkokul olunca , kadro olarak başka bir okula geçirildik ve bu beni çok etkiledi. Eylülde çok daha fazla hissedeceğim eminim bu değişikliği . Çok sevdiğim canım arkadaşım Tuğba'nın tayini Diyarbakır'a çıktı ,beklemiyorduk, hala şoktayım..Tarkan babasında ve her geçen yıl o büyüdükçe  tatillerde babasında olmasını da eskisi kadar dert etmediğimi anladım ki bu bambaşka bir yazı konusu...Aklımda mutlaka yazmalıyım dediğim pek çok şeyle buradayım. Nefes alıp geri geldim. Yazmadan yaşayamayacağım gerçeği var elimde. Er ya da geç , az ya da çok mutlaka yazacağım...Yazmak kendimi en iyi ifade edebildiğim yol ve ben bu yolda sonsuza kadar yürüyeceğim..

   Günler günlerin ardından işte yine buradayım..Ben hiçbir yere gidemem anladım...

 Sabah bu yazıya başlık olan MFÖ şarkısı beynimde çalarken uyandım ve yüzümü bile yıkamadan yazımı yazıp paylaşmak istedim...






İmza : Günlerin ardından yazmaya başlayan med cezirlere alışkın  Anne Ayça :)