Bir hikayem var.
Ama herkes bilsin istemiyorum diye yazmadığım bir hikaye bu.
Kendiminkini değil ama bir başka kadının siradan bir hikayesini anlatacağım, keza benim hikayelerim hep sıradışı.
Bir kadın , bir gece gördüğü bir "bankta ağlayan kadın" fotoğrafına bakarak saatlerce ağladı. Ağlarken kimse görmedi onu , bilmedi. Hatta ağlarken komik şeyler paylaştı sosyal medyada, insanlar "ne kadar eğlencelisin," dediler. Niye yapti bunu o da bilemedi. Garip bir ruh haliyle uyudu , geçmiş bazen öyle sağanak halde gelirdi ki üzerine ansızın dışarıda gök gürler yağmur onun gözlerinden yağardi. Görülmemiş bir hesabi, pişmanlığı yoktu aslinda kadının. Sadece yasadiklarinin yarattiği yeni kadin kimseye güvenmiyordu artik , bu da yoruyordu onu hepsi buydu. Ertesi sabah uyandi , yine kahve sigara eşlik etti kadina. Küçük köpeğini sevdi oynadilar. Yalnizligiyla kahvalti etmek istemedi kadin. İçini bilmeyen , onu hiç anlamayacak ama belki bir yerden dokunabilecegi insanlari seçti kahvalti için. Kalkti evdeki kahvaltiliklari koydu bir çantaya , birkac kitap secti sonra kitapligindan. Esofmanlari ve mor yagmurlugunu giydi. Mor puantiyeli siyah semsiyesini aldı. Saganakta mahalle pastanesindeki güler yüzlü calisana hazirladi kahvaltıyı. Kitaplari ona verdi. İçinde kocaman bir sevgi vardi vermezse azalacagini düşündüğü. 17 yaşında ,hayatin cok basinda, güzel gözlü güzel kız kitaplara çok sevindi. Birilerinin hayatina güzel dokunuşlar yaptıkça iyilesiyordu kadin aslinda. Dün gece aciyan yaralarini kitaplarini verdiği güzel kızın mutlu bakışları iyilestirdi. İyilesmek güzeldi. Yaralandikca iyilikle iyilesmeyi secti kadin...
Düşünceli, yarali, siradan, kendi halinde, mutluluk peşinde, ici sevgi dolu, cogunlukla anlasilmamis bir kadinin herhangi bir gününden küçük bir aniydi bu...
Benim hikayem ise bambaşkaydı...
28 Kasım 2015 Cumartesi
13 Kasım 2015 Cuma
Düşünüyorum, o halde "bişey" yapmaliyim
Her insanin hayata gelişinde bir amaç olduğuna inaniyorum ben. Farkında olsak da olmasak da bir yerden bir şekilde hayata dokunup bir etki yaratiyoruz.
Düşünme özelliği olan varliklariz ama çoğunluk düşünmüyor bence ve insanlıktan cikiyoruz böylece. Garip bir dünya telaşı var hepimizde. Çoğunlukla bu dünya işlerini halletmeye calisirken, durup düşünmeye vakti kalmiyor çoğumuzun. Geçenlerde öğrencilerime düşünme ödevi verdim. Nasıl da şaşırdılar. Merak ettiğiniz herhangi bir konu olup olmadığıni düşünün , ve karar verip defterinize yazin dedim. "Hayatimda böyle ödev duymadim " dedi birtanesi. Öyle programlı yasamaya alışmışız ki , cocuklarimiz bile durup düşünmeye vakit bulamıyor. Sistem kölesi olmaya mecbur birakilan küçük beyinler okul girdabinda dönüp duruyor ,firsat bulunca da bilgisayar ve televizyon ile uyusturuluyor. Düşünüyor ama neyi ? Fiziksel , maddi ve duygusal ihtiyaclarindan baska bir şeyi düşünmeyen insanlar yetişiyor. Sorgulama değil de kabullenme ve itaat etme üzerine veriliyor eğitim. Bir öğretmen olarak bunu kabul edemiyorum. Salt bir sisteme katki saglayacak diye en insani özelligin sadece o sistemin izin verdiği sınırlar çerçevesinde kullandirilmasi bir zulüm bence. Düşünme ödevini verdiğimde, bir ögrencimin "neyi merak ettiğimi bile bilmiyorum"demesi hatta "neyi merak edersek 100 aliriz" diyenlerin cikmasi sistemden iyice bir nefret etmeme neden oldu. Sonra açıkladım, her buluş bir düşünce ürünü. Düşünmek kendi kendimize soru sormakla baslar. Nasıl ? Neden ? Niçin vb sorulari sormamiz gerekir. 11 yaşlarındaki cocuklara "Bilimsel araştırma basamaklari " ni , düşünmenin önemini vurgulamadan nasıl ögretebilirdim ki ?
Bir süredir bisey yapmali diyen insanlarla konuşuyorum. O bisey nedir ki ? Mesleki olarak sansliyim ki "bisey" yapabilecek firsatim ve karşımda tazecik beyinler var. Düşünme ödevi vererek bisey yapmış oldum aslinda. "Ac cocuğum defterini yaz , bilimsel arastirma basamaklari , 1.... " diyerek eğitimi dikte ettirip not aldirmakla sinirlandiran öğretmenlerden bir farkim olmaliydi benim. Hayata bir yerden bir şekilde, işte böyle , doğru bildiğimizi yaparak , düşünerek ve düşündüğümüzü uygulayarak dokunuyoruz.
Öğretmen Ayça olarak bisey yapmış olmanin huzuruyla çıkıyorum her gün okuldan. Anne Ayça olmaya doğru giderken yolda ,düşünüyorum , oğlum için de bisey yapmalıyım diye. Eğitim sistemi içinde hem veli hem öğretmen olarak yer almak oldukca zor. Hele ki mevcut sistemde. Sistemin dışına ciksam da çoğu zaman , çocuğum için cok planli gitmek zorundayım. Şu an mevcut sistem odev ve sinav odakli. İkisinden de nefret eden bir öğretmen olsam da bu değiştirebileceğim bir sey degil. Tarko da ödevden nefret ediyor. Üstelik beraber ödev yaptigimizda ilişkimiz kopuyor. O sebeple Anne Ayça olarak ben çocuğuma ödev yaptirmamaliyim dedim. Şimdi bir etüd merkezinde okuldan sonra ödev yapıyor,oyun oynuyor, mandala boyuyor, drama yapıyor , test çözüyor ve eve sadece Tarçın ve benimle oynamak için geliyor Tarko. Böyle planli ve sistemli olunca sorunlar da kendiliğinden çözülüveriyor. Kitap okuyup o kitaplar üzerine yaptığımız sohbetler arttıkça daha çok yakinlasiyoruz , birbirimizi anlar hale geliyoruz oğlumla. Annelik yolculuğumda bana hayat kaynaği ve arkadaşı olan oğlumun ne kadar anlayışli, duygusal , hayat ve hayal dolu olduğunu anlıyorum her sohbette. Hayatıma dokunan herkes elbet bir iz bırakıp büyütüyor beni ama anne olmak ve Tarkoyla büyümek bambaşka. Yeniden çocuk olmamin çocuk Aycayi kaybetmememin adi Tarko. Büyüdüğünde uyku öncesi sohbetlerinde konuştuklarımız, hayallerimizi paylaşmamız , enerji veren sarilmalarimizi hatirlayip o da çocuğuna yapacakmış aynisini.
Geçtiğimiz günlerde tam 36 oldum ben. Hayat bana bir 36 daha verir mi bilmem . Oğlum, küçük mucizem,Tarçın kızım, sakin hayatimla ne kadar mutluyum dedim o gün kahvemi içerken. Az insan az esya hayalim de gercek olmuşsa,ve sevdiklerim saglikliysa daha ne isterim ki hayattan. Düşünüp yapabildiğim biseyler oldukça da yasamaya tam gaz devam edeceğim , nefes almak buymuş benim için.
Ayça ben ,tam 36 yaşında, düşünüp "biseyler " yapmaya çalışan insan kişi..
Geçtiğimiz günlerde tam 36 oldum ben. Hayat bana bir 36 daha verir mi bilmem . Oğlum, küçük mucizem,Tarçın kızım, sakin hayatimla ne kadar mutluyum dedim o gün kahvemi içerken. Az insan az esya hayalim de gercek olmuşsa,ve sevdiklerim saglikliysa daha ne isterim ki hayattan. Düşünüp yapabildiğim biseyler oldukça da yasamaya tam gaz devam edeceğim , nefes almak buymuş benim için.
Ayça ben ,tam 36 yaşında, düşünüp "biseyler " yapmaya çalışan insan kişi..
2 Kasım 2015 Pazartesi
Dalgalandım da duruldum
Soru işaretleri çok olunca hayata dair, insan kendini müthiş bir karmaşada hissediyor.
Sürekli "nasıl olacak ?" sorulari dönüyordu bir süredir kafamda. Hem de bir değil pek çok konuyla ilgili. Okul düzeni ne olacak ? Annemin ameliyati nasil geçecek ? Tarko 'nun okul düzeni ne olacak ? Evi su basacak mi yine ? Evi istediğim düzene ne zaman sokacağım ? Tarçin haftalarca biz olmadan o terasta ne yapacak ? Para yetistirebilecek miyim ? Ameliyattan dönüşte annemin bakımını yapabilecek miyim ? Seçim sonuçları ne olacak , aydınlığa cikabilecek miyiz? Ve daha bir çok soru dönüyordu kafamda aylardır. Üstüne güvenimi bir kez daha sarsan insanlar, yari yolda birakip gidenler...
Bu soru ve sorunlarla uğraşırken, kendimi , hayata bakışımı kaybettiğimi farkettim birden. Dalgalandim , dellendim , isyan ettim. Niye ben ? Hep mi ben ? Diye sora sora dellendim. Sağlam dellenme sebeplerim var dedim. Oysa "Olacak olan olur" derdim ben hep bir süre önce , birilerine , birşeylere yetismeye calisirken kaybediyormuş insan kendini. Kendini kaybedince kaybediyormuş esas herseyini. Söylemek yetmiyormuş uygulamada akışta kalmak gerekiyormuş. Planlar , kontrol etme çabası daha bir yoruyormuş insani .
Herşey geçiciyken bu kadar dünya derdi için kendimi kaybetmeye değer miydi bilmiyorum. Hayat insanin en iyi öğretmeni , kaybedecek ,dağilacak , parçalanacak, dellenecek , sonra zaman geçecek kendi kendinin ellerinden tutup ayağa kaldirmayi öğreneceksin işte.
Herşey istediğimiz gibi olmuyor ,ama bir sekilde sonuçlanıyor. Elbet en çok sonucsuzluk yoruyor insani. Yorgundum hem de çok. Ama bir akşam , annemi teyzeme emanet etmiş , Tarçin kızı veterinere götürmüş , evimi düzene sokmuş , Tarko'nun babasindan gelmesini beklerken elimde cay fincaniyla terastan görünen ağaçların sakinliğini içimde hissettim. Kendi sakinliğimi farkettim. Kabullendiğim herseyin beni sakinlestirdiğini anladim. Güven buydu, bu hayata güvendi.
Sorular , sorunlar bitmeyecek elbet. Bazilari soru olarak kalacak , bazilari çözülmeye baslayacak , ve yeni soru ve sorunlar gelmeye devam edecek. Aslolan bu değil de bunlara olan yaklaşımmiş aslinda. Tavir değişince hayat da degisiyormuş. Sakin kalabilmek insanin benliğini koruyormuş.
Şimdi ,tam da şu anda , Tarko'yu okula bırakmış , Tarçın kızı gezdirmiş, evimde cam kenarindaki masamdan parkin sakin agaclarina bakarken , ictiğim duble Türk kahvesinin kokusu eve yayılmışken , sakinliği çekiyorum içime.
Herkesin bir normali var. Bir şeyler olur, geçer, biter. İnsan kendini en çok kendi normalinde güvende hisseder.
Ayça , sakinliği seçmiş anne kişi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)